1916 KÜRT TRAJEDİSİ VE ERMENİLER
Ermenilerin "Tsitsernakaberd" dedikleri dünyanın en ünlü soykırım anıtına vardığımda sabah saatleriydi... Anıt; tüm Erivanı ve özellikle de Ararat dağını karşıdan gören yüksek bir tepenin üstünde 1965-67 de inşa edilmiş.
Ararat/Gilî dağ; buradan hayranlık uyandıracak kadar görkemli görünüyor. Dağın doruklarındaki buzul tabakası sabah güneşinin ışıkları ile ışıl ışıl parlıyor.
Bu muhteşem manzarayı izlerken adeta kendimden geçiyor; bir Ağrılı ve bir Kürdistanlı olarak coğrafyamda böyle bir dağın olmasından müthiş mutluluk duyuyorum.
Sabahın erken saatleri olmasına rağmen; her yerde, öğretmenleri ve ellerindeki çiçekleri ile anıtı ziyarete gelmiş olan çocuklar var. Tam bir ciddiyet ve disiplin içinde hareket ediyorlar. Gruplar halinde ve sırayla anıttaki ateşin kenarına gelip fonda çalan soykırım müziği eşliğinde saygı duruşunda bulunup ellerindeki çiçekleri anıta bırakıyorlar
Yüzlerindeki ciddiyeti ve hüznü görmeliydiniz... Bir çok yerde bu tür törenleri izlemiş biri olarak, çocukların yüz ifadelerine hissedilir düzeyde yansıyan bir başka anma törenine hiç şahit olmamıştım.
Anlatılması zor bir sahneydi. 110 yıldır nesilden nesile aktarılan bu milli yasın ne denli canlı ve etkili olduğunu anlamak için için o törende bulunmak gerekiyor.
Nasıl bir travmaya maruz kalmışlardı ki; yaşanan acı, bunca yıldan sonra bile sanki dün yaşanmış gibi taze kalabilmişti? Bu durum, ancak yaşanan trajedinin büyüklüğü ile açıklanabilir...
O çocukları, öğretmenleri, görevli memurları ve diğer insanları izlerken yüzlerindeki hüzünlü ifadeye neden olan ana amili düşündüm: Üzgün ve bir o kadar da Kızgınlardı.
Eminim ki; sadece soykırımda yaşadıkları acılara değil; atalarından 1,5 milyon kişiyi katleden soykırımın faillerine de lanet okuyorlardı. Onlardaki genel kanıya göre; soykırımın esas faili Türkler, diğer fail ise iç içe yaşadıkları eski komşuları Kürtlerdi... Ve bu durumda her iki millet de onların ebedi düşmanlarıydı...
Benim gibi bir Kürdün bu anıta gelip onların acılarını yürekten hissetmesi ve acılarına ortak olması bu durumu değiştirmiyordu...
Peki kendi acılarına bu denli önem veren bu insanlar; bizim acılarımızdan yani Kürtlerin Ermeni ve Rus saldırıları nedeniyle 1916 da yaşadıkları trajediden ve büyük Kürt göçünden haberdar mıydılar??
1916 yılında yaşadığımız trajedinin
faillerinin torunları olarak atalarının o trajedideki rolleri ve günahlarıyla yüzleşmişler miydi?
Onlar Kürtlerin yaşadığı trajedi için hiç empati yapmışlar mıydı???
Veya en azından empati yapabilme cesaretini gösterebilmişler miydi?
Sanmıyorum...
Çünkü o kadar çok kendileri ve kendi acılarıyla meşguller ki başka acıları ve özelliklede kendilerinin sebep olduğu acıları göremiyorlar... Görmek de, kabullenmek de istemiyorlar...
En azından ben; bu konuyla ilgili yüzleşen ve empati yapan bir Ermeni ile hiç tanışmadım.
Acıları yarıştırarak, bir arada yaşama kültürümüzü yok eden düşmanlıkları yeniden hortlatmak niyetinde değilim ama keşke bu insanlar atalarının benim halkıma yaptıkları ve sebep oldukları acılarılarla yüzleşebilselerdi...Tıpkı benim yüzleşebildiğim gibi...
Soykırım Anıtını dolaşırken sadece onların değil; kendi halkımın acılarını da andım.. Yaklaşık yüzyıl önce halkımın ve ailemin başına gelenleri düşündüm.
Ben; Anne ve Baba tarafından Rus ordusu desteğinde ki Ermeni milislerinin katliamları nedeniyle 1916 yılında gerçekleşen büyük Kürt göçünü yaşamış Serhat muhacîrî bir ailenin çocuğuyum......
Yalın ayak aç ve susuz anne tarafından dedem Nevşehir'e, baba tarafımda Urfa Birecik'e muhacir olarak gitmişler. Ağrı ya dönüşümüz 1942 dir. Bu muhacirlik döneminde ailemizden bir çok insan yollarda ya öldü yada kayboldu...
Ömrüm büyüklerimden yaşadığımız o acı yılların hikayelerini dinlemekle geçti.
Bu olaylar esnasında 6-7 yaşında olan dedem Xalitê Sîsê, dul ve kimsesiz annesi Sîsê ile Ermenilerin katliamlarından kaçarken yolda taşıyamadıkları ve doyuramadıkları 2 yaşındaki kız kardeşlerini çaresizlikten nasıl terkemek zorunda kaldıklarını ölene kadar gözyaşları ile anlattı hep...
Kimsesiz genç bir dul kadının iki küçük çocuğu ile Ağrı dan başlayıp Nevşehirde biten1300 km lik aç, susuz ve yalınayak aylar süren yolculuğu...
Bu hikaye Romanlara konu olacak yüzbinlerce Kürt muhacirinin yaşadığı içler acısı dramlardan sadece birisiydi...
İttihatçıların yönlendirmeleri ile akılsız ve aç gözlü Kürtlerin bir kısmı 1915 soykırımında "fail"ken; 1916 da Osmanlı ordusunun geri çekilip Ermeni milisleri destekli Rus ordusunun Kuzey Kürdistana girmesiyle bu sefer "Kurban" olmuşlardı.
1915 Soykırımının kini ve acısıyla Serhat bölgesindeki Kürt illerine giren Ermeni milisler intikam hırsı ile bu Kürt şehirlerinde taş üstünde taş bıramamışlardı. Öyleki bu illerde göç etmeyen tek bir Kürt kalmamıştı. Kaçıp canını kurtarabilen "Muhacirler"; Urfa, Adıyaman, Adana, Nevşehir ve Konya gibi illere sığınmışlardı.
Ne varki; bugün kendimize ait kurumlarımızın olmayışı nedeniyle son 200 yılda yaşadığımız hiçbir trajedilerimize sahip çıkamıyoruz. Ermeniler ve diğer milletler gibi geçmişimizi yaşatacak müzelerimiz ve görkemli Anıtlarımız yok. Tarihi hafızamızı yeni nesillere aktaramıyoruz. Dünyaya trajedilerimizi anlatamadık. Sesimiz kısık ve bizleri duyan da yok...
Dolaysıyla; biz Serhat Kürtlerinin "Dema Seferberligê" diye andığı o acılı yılları çoğu Ermeninin bilmemesini, haliyle de Kürtlerin acılarına da ortak olmamalarını çok da ayıplamıyorum.
Asıl ayıp; Ardahan'dan Van'a, Ağrı'dan Bitlis'e, Muş'tan Erzurum'a kadar olan bölgeden 1,5 milyon Kürdün yerinden edildiği ve yollarda onbinlercesinin telef olduğu, bir çoğunun ise yurtlarına bir daha hiç dönemediği bu büyük trajediye bizim Kürt tarihçilerinin bile gereken önemi göstermemeleridir...
Onlarda tıpkı Ermeniler gibi sadece Ermenilerin acılarına odaklanmış durumdalar...
Garip ve ayıptır ki; Tarih öncesi çağlarda Kürtlerle ilişkisi şüpheli olan sıradan konulara bile kitaplarında büyükçe yer veren Kürtler, yakın tarihteki en büyük Kürt trajedilerinden olan 1916 Kürt Trajedisinden doğru dürüst bahsetmiyorlar...
Bu Kürtlerin genel karakteristik özelliklerinden birisinin sonucudur: "Kendimizden çok başkalarının sorunlarıyla ilgilenmek".
Bazı aydınlarımız; 1915 Ermeni soykırımdaki Kürtlerin rolünü o kadar abarttılar ki; işi, soykırımın tüm sorumluluğunu Kürtlerin üzerine yıkmaya kadar götürdüler.
Ağanın suçunu üstlenen Xulam gibiyiz...
Dün o Ağanın cinayet işlemesine yardım ettik bugünde o cinayetin suçunu üstlenip ağayı temize çıkarıyoruz.
Kürtlerden hazzetmeyen en muannit Ermeni bile Kürtleri asıl fail yapmazken bizden birilerinin soykırımda Kürtleri asıl fail yapma çabasını anlamak oldukça zor...
SONUÇ MU??
Adil olmak, empati yapmak gerekiyor. Kendi acılarımız kadar başkalarının da acılarına saygı duymak ve onları anlamak gerekiyor.
Ama bunu günün modasına uyarak ve birilerine şirin gözükmek adına kendi acılarımızı es geçmeden yapmak gerekiyor.
Evet, Ermeni halkının 1915 yılında yaşadığı Trajedi bir soykırımdır. Bunu hiç bir vicdan sahibi inkar edemez. Ve bu soykırımda asıl sorumlu olmamakla beraber bunda biz Kürtlerin de dahli ve suçu var.
Ama öte yandan bir başka gerçek 1916 yılında Ermeni milisler tarafından büyük acılara ve katliamlara maruz kaldığımızdır.
1988-1994 yılları arasında eski adı " Kızıl Kürdistan" olan Dağlık Karabağ da Ermenilerin orada yaşayan Kürtlere yaptıklarını saymıyorum bile...
Olan ne mi oldu?
Tüm acıların ve katliamların asıl faili olanlar şimdilik kazançlı görünüyorlar.
Olan, binlerce yıldır bir arada ve barış içinde yaşamış olan iki komşu millete oldu:
Ermeniler binlerce yıldır yaşadıkları topraklarından oldular; bizler ise Ermenilere çekilen kılıcın birgün bize de döneceğini hesap edemedik. Şimdilerde ise o hesapsızlığın ceremesini çekiyoruz...
Ve geldiğimiz noktada her iki milletin dostluğu ve komşuluğu sonsuza kadar bozulmuş durumda...
İki taraf da yaptıklarıyla yüzleşme erdemini göstermez ve empati yapmazsa bu hep böyle sürüp gidecek...
Makalenin PAYLAŞILMASI dileğiyle...
Ararat/Gilî dağ; buradan hayranlık uyandıracak kadar görkemli görünüyor. Dağın doruklarındaki buzul tabakası sabah güneşinin ışıkları ile ışıl ışıl parlıyor.
Bu muhteşem manzarayı izlerken adeta kendimden geçiyor; bir Ağrılı ve bir Kürdistanlı olarak coğrafyamda böyle bir dağın olmasından müthiş mutluluk duyuyorum.
Sabahın erken saatleri olmasına rağmen; her yerde, öğretmenleri ve ellerindeki çiçekleri ile anıtı ziyarete gelmiş olan çocuklar var. Tam bir ciddiyet ve disiplin içinde hareket ediyorlar. Gruplar halinde ve sırayla anıttaki ateşin kenarına gelip fonda çalan soykırım müziği eşliğinde saygı duruşunda bulunup ellerindeki çiçekleri anıta bırakıyorlar
Yüzlerindeki ciddiyeti ve hüznü görmeliydiniz... Bir çok yerde bu tür törenleri izlemiş biri olarak, çocukların yüz ifadelerine hissedilir düzeyde yansıyan bir başka anma törenine hiç şahit olmamıştım.
Anlatılması zor bir sahneydi. 110 yıldır nesilden nesile aktarılan bu milli yasın ne denli canlı ve etkili olduğunu anlamak için için o törende bulunmak gerekiyor.
Nasıl bir travmaya maruz kalmışlardı ki; yaşanan acı, bunca yıldan sonra bile sanki dün yaşanmış gibi taze kalabilmişti? Bu durum, ancak yaşanan trajedinin büyüklüğü ile açıklanabilir...
O çocukları, öğretmenleri, görevli memurları ve diğer insanları izlerken yüzlerindeki hüzünlü ifadeye neden olan ana amili düşündüm: Üzgün ve bir o kadar da Kızgınlardı.
Eminim ki; sadece soykırımda yaşadıkları acılara değil; atalarından 1,5 milyon kişiyi katleden soykırımın faillerine de lanet okuyorlardı. Onlardaki genel kanıya göre; soykırımın esas faili Türkler, diğer fail ise iç içe yaşadıkları eski komşuları Kürtlerdi... Ve bu durumda her iki millet de onların ebedi düşmanlarıydı...
Benim gibi bir Kürdün bu anıta gelip onların acılarını yürekten hissetmesi ve acılarına ortak olması bu durumu değiştirmiyordu...
Peki kendi acılarına bu denli önem veren bu insanlar; bizim acılarımızdan yani Kürtlerin Ermeni ve Rus saldırıları nedeniyle 1916 da yaşadıkları trajediden ve büyük Kürt göçünden haberdar mıydılar??
1916 yılında yaşadığımız trajedinin
faillerinin torunları olarak atalarının o trajedideki rolleri ve günahlarıyla yüzleşmişler miydi?
Onlar Kürtlerin yaşadığı trajedi için hiç empati yapmışlar mıydı???
Veya en azından empati yapabilme cesaretini gösterebilmişler miydi?
Sanmıyorum...
Çünkü o kadar çok kendileri ve kendi acılarıyla meşguller ki başka acıları ve özelliklede kendilerinin sebep olduğu acıları göremiyorlar... Görmek de, kabullenmek de istemiyorlar...
En azından ben; bu konuyla ilgili yüzleşen ve empati yapan bir Ermeni ile hiç tanışmadım.
Acıları yarıştırarak, bir arada yaşama kültürümüzü yok eden düşmanlıkları yeniden hortlatmak niyetinde değilim ama keşke bu insanlar atalarının benim halkıma yaptıkları ve sebep oldukları acılarılarla yüzleşebilselerdi...Tıpkı benim yüzleşebildiğim gibi...
Soykırım Anıtını dolaşırken sadece onların değil; kendi halkımın acılarını da andım.. Yaklaşık yüzyıl önce halkımın ve ailemin başına gelenleri düşündüm.
Ben; Anne ve Baba tarafından Rus ordusu desteğinde ki Ermeni milislerinin katliamları nedeniyle 1916 yılında gerçekleşen büyük Kürt göçünü yaşamış Serhat muhacîrî bir ailenin çocuğuyum......
Yalın ayak aç ve susuz anne tarafından dedem Nevşehir'e, baba tarafımda Urfa Birecik'e muhacir olarak gitmişler. Ağrı ya dönüşümüz 1942 dir. Bu muhacirlik döneminde ailemizden bir çok insan yollarda ya öldü yada kayboldu...
Ömrüm büyüklerimden yaşadığımız o acı yılların hikayelerini dinlemekle geçti.
Bu olaylar esnasında 6-7 yaşında olan dedem Xalitê Sîsê, dul ve kimsesiz annesi Sîsê ile Ermenilerin katliamlarından kaçarken yolda taşıyamadıkları ve doyuramadıkları 2 yaşındaki kız kardeşlerini çaresizlikten nasıl terkemek zorunda kaldıklarını ölene kadar gözyaşları ile anlattı hep...
Kimsesiz genç bir dul kadının iki küçük çocuğu ile Ağrı dan başlayıp Nevşehirde biten1300 km lik aç, susuz ve yalınayak aylar süren yolculuğu...
Bu hikaye Romanlara konu olacak yüzbinlerce Kürt muhacirinin yaşadığı içler acısı dramlardan sadece birisiydi...
İttihatçıların yönlendirmeleri ile akılsız ve aç gözlü Kürtlerin bir kısmı 1915 soykırımında "fail"ken; 1916 da Osmanlı ordusunun geri çekilip Ermeni milisleri destekli Rus ordusunun Kuzey Kürdistana girmesiyle bu sefer "Kurban" olmuşlardı.
1915 Soykırımının kini ve acısıyla Serhat bölgesindeki Kürt illerine giren Ermeni milisler intikam hırsı ile bu Kürt şehirlerinde taş üstünde taş bıramamışlardı. Öyleki bu illerde göç etmeyen tek bir Kürt kalmamıştı. Kaçıp canını kurtarabilen "Muhacirler"; Urfa, Adıyaman, Adana, Nevşehir ve Konya gibi illere sığınmışlardı.
Ne varki; bugün kendimize ait kurumlarımızın olmayışı nedeniyle son 200 yılda yaşadığımız hiçbir trajedilerimize sahip çıkamıyoruz. Ermeniler ve diğer milletler gibi geçmişimizi yaşatacak müzelerimiz ve görkemli Anıtlarımız yok. Tarihi hafızamızı yeni nesillere aktaramıyoruz. Dünyaya trajedilerimizi anlatamadık. Sesimiz kısık ve bizleri duyan da yok...
Dolaysıyla; biz Serhat Kürtlerinin "Dema Seferberligê" diye andığı o acılı yılları çoğu Ermeninin bilmemesini, haliyle de Kürtlerin acılarına da ortak olmamalarını çok da ayıplamıyorum.
Asıl ayıp; Ardahan'dan Van'a, Ağrı'dan Bitlis'e, Muş'tan Erzurum'a kadar olan bölgeden 1,5 milyon Kürdün yerinden edildiği ve yollarda onbinlercesinin telef olduğu, bir çoğunun ise yurtlarına bir daha hiç dönemediği bu büyük trajediye bizim Kürt tarihçilerinin bile gereken önemi göstermemeleridir...
Onlarda tıpkı Ermeniler gibi sadece Ermenilerin acılarına odaklanmış durumdalar...
Garip ve ayıptır ki; Tarih öncesi çağlarda Kürtlerle ilişkisi şüpheli olan sıradan konulara bile kitaplarında büyükçe yer veren Kürtler, yakın tarihteki en büyük Kürt trajedilerinden olan 1916 Kürt Trajedisinden doğru dürüst bahsetmiyorlar...
Bu Kürtlerin genel karakteristik özelliklerinden birisinin sonucudur: "Kendimizden çok başkalarının sorunlarıyla ilgilenmek".
Bazı aydınlarımız; 1915 Ermeni soykırımdaki Kürtlerin rolünü o kadar abarttılar ki; işi, soykırımın tüm sorumluluğunu Kürtlerin üzerine yıkmaya kadar götürdüler.
Ağanın suçunu üstlenen Xulam gibiyiz...
Dün o Ağanın cinayet işlemesine yardım ettik bugünde o cinayetin suçunu üstlenip ağayı temize çıkarıyoruz.
Kürtlerden hazzetmeyen en muannit Ermeni bile Kürtleri asıl fail yapmazken bizden birilerinin soykırımda Kürtleri asıl fail yapma çabasını anlamak oldukça zor...
SONUÇ MU??
Adil olmak, empati yapmak gerekiyor. Kendi acılarımız kadar başkalarının da acılarına saygı duymak ve onları anlamak gerekiyor.
Ama bunu günün modasına uyarak ve birilerine şirin gözükmek adına kendi acılarımızı es geçmeden yapmak gerekiyor.
Evet, Ermeni halkının 1915 yılında yaşadığı Trajedi bir soykırımdır. Bunu hiç bir vicdan sahibi inkar edemez. Ve bu soykırımda asıl sorumlu olmamakla beraber bunda biz Kürtlerin de dahli ve suçu var.
Ama öte yandan bir başka gerçek 1916 yılında Ermeni milisler tarafından büyük acılara ve katliamlara maruz kaldığımızdır.
1988-1994 yılları arasında eski adı " Kızıl Kürdistan" olan Dağlık Karabağ da Ermenilerin orada yaşayan Kürtlere yaptıklarını saymıyorum bile...
Olan ne mi oldu?
Tüm acıların ve katliamların asıl faili olanlar şimdilik kazançlı görünüyorlar.
Olan, binlerce yıldır bir arada ve barış içinde yaşamış olan iki komşu millete oldu:
Ermeniler binlerce yıldır yaşadıkları topraklarından oldular; bizler ise Ermenilere çekilen kılıcın birgün bize de döneceğini hesap edemedik. Şimdilerde ise o hesapsızlığın ceremesini çekiyoruz...
Ve geldiğimiz noktada her iki milletin dostluğu ve komşuluğu sonsuza kadar bozulmuş durumda...
İki taraf da yaptıklarıyla yüzleşme erdemini göstermez ve empati yapmazsa bu hep böyle sürüp gidecek...
Makalenin PAYLAŞILMASI dileğiyle...
Engin Yılmaz / 2024
Yorumlar
Yorum Gönder